17 Aralık 2013 Salı

Kelebek Ömrü


      Hayat çok kısa diye hızlı yaşamak,bir an önce geçmişi renkli anırlarla doldurmak,monoton dediğimiz hayatımaza farklılıklar katmak;gezmek tozmak,içmek dansetmek,sevmek sevilmek,sevişmek,para kazanıp harcamak,alışveriş yapıp ruhumuzu şımartmak,sanatsal yanımız varsa;şiir yazıp resim çizmek ve daha neler neler...
    Bakınca geçmişe o kadar karışık bir hayat ki içinden zar zor kendini bulup çıkarabiliyorsun...


       Hayatın iş temposuna kapılıp,kendini kaybetmek zamanın hastalığı olsa gerek,yani mekanik insan olmak.Sıyrılıp tüm bu kovalamacadan kendine yaşamalı insan,kendine güzel bakmalı,bir kelebeğin ömrünü düşünüp ona göre hayata bakmalı

ve kendini arada bir sorgulamalı...


Kaç kelebek ömrü tüketmişiz kimbilir?
Belki de hala nankör olduğumuzu kabullenmeyecek kadar küstah ve reziliz...

9 Aralık 2013 Pazartesi

Büyük Aşkın Küçük Vedası

Öyle çok sevmişti ki adam,aklına hiç gelmezdi ayrılık denen ölüm,tek korkusu kadınını kaybetmekti,onun için savaştı,çırpındı,kendinden geçip aşka gönüllü esir verdi yüreğini belki de tüm benliğini...
Kadın da seviyordu hiç kuşkusuz...
Herşey öyle güzel başlamıştı ki,ikisi de bu aşkın serin ve büyülü rüzgarına,gözleri kapalı bıraktılar kendilerini,gittiği yere kadar gideceklerdi,ama öyle bir noktaya geldi ki bu aşk,sevmeden sevişmeden,bakışmadan konuşmadan duramıyorlardı,kelimenin tam anlamıyla birbirlerine doyamıyorlardı...
Gel gelelim aşırıya kaçınca aşk,hırçınlaşıyor belki de insan,bu nedenlerdir ki; insanoğlunun en büyük nankörlüğüdür o büyük aşkı bulup ta kadrini kıymetini bilmemek...Sonunda pişman olacağın aklına hiç gelmez,''Ben hata mı yaptım''? sorusunu soruyorsun kendine kim bilir  kaç kez...Bir cevap bulamaz kaybolursun cevapsız soruların kuytu karanlığında...geride iki ayrı beden ve arafta kalmış iki sevdalı ruh...

      
 



Ve ne acıdır ki;öyle dolu dizgin başlayan ve yaşanan bir aşk soğuk bir veda ile biter;öyle basit,öyle sıradan...
       işte bu Büyük Aşkın Küçük Vedası'dır insana koyan...

23 Kasım 2013 Cumartesi

Melek ve Yağmurun Hikayesi



Melek susamıştı,kurumuş dudaklarıyla Allah'ına yalvardı...
Birden bir fırtına dolu dolu yağmur yağdı,melek yağmurda sırılsıklam ıslandı.
Melek çok sevmişti yağmurda ıslanmayı,yağmur ise çoktan meleğe sırılsıklam aşıktı.
Sözler tükenmiş,kelimeler anlamsızdı,o ana belki anlam veren meleğin yağmura olan bakışıydı...

Bir gün güneş doğdu,çok güçlü ve yakıcıydı...Güneşin karşısında dayanamayan yağmur git gide azaldı son nefesini vermek üzereydi...Melek güneşi görünce yağmuru bırakıp güneşe doğru uçmaya başladı,melek güneşi cennet sanıyordu...

Yağmur son nefesinde son kez bir fırtına daha kopardı,ve gitme ! diye haykırdı...
Melek,
-Gitmeliyim,yine gelirim diye seslendi gökten ve düşündü biraz geri döndü,yağmurun ellerinden tutup,
-Seni çok seviyorum ama bu ayrılık çok kısa olacak tekrar geri döneceğim
Yağmur ağlamaya başladı,meleğin gözlerinin içine bakıp,
-Biliyorsunki gidersen son nefesimi veririm,benim fırtınalarım,damlalarım sensin,karışırım toprağa yokolurum
Melek hüzünlü bir tebessümle,
-Geri döndüğümde yine burda olacaksın ve yine beni aşkından sırılsıklam edeceksin söz ver bana! 
Yağmur,
-Gidersen gelemezsin yanar kanatların düşersin,incinirsin,dayanamam
Yağmur başını önüne eğince,
Melek tekrar sordu,
-Söz ver bana yağmurum
Yağmur meleğin yanağına bir buse verip,
-''Evet sen döndüğünde burda olacağım söz meleğim''dedi ve gülümsedi,
Melek sustu...
Yağmur,
-Hadi git yolun açık olsun,unutma canın yandığı zaman beni hatırla belki unutursun acılarını
Melek tekrar güneşe doğru uçmaya başladı,tıpkı yağmurun dediği gibi güneşe yaklaştıkça,kanatları yanmaya başladı,kulağında yağmurun sözleri çınladı ve çektiği her acıda yağmuru hatırladı,ve kanatları yanıp kül olmaya başlayınca uçsuz bucaksız bir çöle düştü,yapayalnız kaldı,yine en başa döndü,yine yalvardı Allah'ına ama bu sefer yağmur yağmadı...ve artık meleğin kanatları yoktu...
Yağmur melek gittikten sonra son nefesini vermek üzereydi ki,tek bir damla kalasıya sararmış bir sonbahar yaprağının kucağına düştü,yağmur orada hala bekliyor ve son nefesinde toprağa karışmamak için direniyor,belki meleği gelir de yine fırtınalar koparacağı günü bekliyor.Hergün umutlar ekip hasret biçiyor...
Ama acı bir gerçek varki,melek ve yağmur bir daha asla geçmişe dönemeyecek...


22 Kasım 2013 Cuma

Kaçmak

Hani biter ya sözlerin,kalmaz ya hevesin,hayatın işvesinden cilvesinden yorulup,kaçmak istersin...ardına bakmadan...
Çoğumuz başaramadı,ya vazgeçti,ya da ardına bakıp geride bıraktıklarına kıyamayıp yarı yoldan geri döndü...
Ardına bakmayanlar başardı ve kaçabildi,kimi mutsuz,kimi mutlu,muhakkak pişman olanlar da var olmayanlar da var tabi,aslında önemli olan verdiğin o bir anlık kararın sana verdikleri ve aldıkları,bunu yıllar sonra anlayabiliyor insan,yalnız kalıp sessiz sessiz geçmişin hesabını tutuğun zaman.
Kaçanlar;Evet ben kaçanlardanım ve başardım,çünkü ardıma bakmadım,baksaydım asla başaramazdım,bu geride bıraktıklarıma verdiğim değeri azaltmaz aksine bir adım öteye taşır,biliyorum ki ben mutlu oldukça onlar da mutlu olacak...Kesin olan bir şey varki ben halimden memnunum''der.
Ama insan oğlunun bitmek bilmeyen egosu hiç bir şey ile tatmin olmuyor,yine kaçıp gitmek istiyor...
Ve yine bir söz bitimi ve hevesin son nefesleri,yine kaçıp gitme zamanı geliyor,tekrar geriye dönmek yada bambaşka bir yere kaçmak işte bütün mesele bu balansı yoketmek.
Kalıp hayatına devam etmek yerine yeni bir başlangıç yapmak,belki de kısır bir döngüdür,hayatın boyunca devam edecek sonrası muamma.


17 Kasım 2013 Pazar

Türk Kürt Kardeşliği ve Büyük Sol Birliği


      Her ne kadar farkında olmasa da bir çok kişinin içinde gizli bir faşist vardır,biraz üstüne gidince dilinden dökülürken ırkçı söylemler,unutur ''İnsan'' realitesini...
En çok tekrarlanan cümle;''Bu topraklar bizim'' neyi senin bu toprakların diye sorduğunda,sana mantıklı bir cevap veremez...Yine sorarsın niye fakirsin? niye herşeye vergi veriyorsun?,aldığın beton parçası eve,arabaya bir sakıza bile vergi verirken bu toprağın neyi senin? diye sorarım,sormalıyız sen de sormalısın ! sen zar zor ayın sonunu getirirken baştakiler servetine servet katarken,sen,ben yani biz ırgat olabiliriz ancak şuanki düzende...Biraz içimizdeki isi temizleyip,karşımızdaki kişiyi gerçekten empati kurarak anlamaya çalışırsak belki anlayabiliriz...
Malazgirt savaşından,kurtuluş savaşına kadar hep birlikte savaştık ve kazandık...Kabul etmeliyiz ki Kürt tarafını alt kültür olarak kabul edip,asimile ettik,sindirdik,kendi dilini bile yasakladık,bu da Kürtlerin legal ve illegal yollardan hakkını savunmaya ve aramaya başlamasına neden oldu,sonuç;ölüm,silah üreticilerinin pazar payının açılması,ülke içinde ve dışında kirli siyasi oyunlar ile halkın oyalanması...Tabiki hataları da oldu,ama sebep yine biz değil miyiz?onların hakkı olan bir şeyi ellerinden aldığımız için bu ayrılık türedi.Şehit haberlerine bile bir dönem ne acıdır ki alışmaya başladık normal birşey gibi geliyordu,yarım kalan nice hayatlar;Türk veya Kürt ne farekeder,ateş düştüğü yeri yakar ve yaktıkça o şehitler başkalarının siyasi malzemesi oldu ? biz bu kadar yakın iken acılarımız sevinçlerimiz bir iken hala nasıl birbirimizden ayrı olabiliyoruz?
Türklük veya Kürtlük bizim etnik değerimiz ama hiç bir etnik kültür İnsan realitesinin önüne geçmemeli,göz ardı ettiğimiz için zaten SOL olarak Devrim'e hep uzaktan bakıyoruz...Devrimciyim deyip,ulusalcılık yapanlar;Büyük Sol Devrimi'nin önündeki en büyük engellerden biri de siz ve sizin ideolojinizdir,Devrime giden yollara hep faşizm duvarları ördünüz.Gezi olaylarında bu duvarlar tek tek yıkıldı ama yine örmeye çalışıyorsunuz,farkında veya farkında olmadan...Ama biz biliriz ki o duvarlar yine yıkılacak Türk veya Kürt kardeşliği ile birlikte tüm halklar bunun farkına varacak.
             
                 Unutmayalım ki ; Devrime giden yol Sosyalizmden,sosyalizm insan olmaktan geçer...
Sonraki evre olan Komünizm ise tüm eşitsizlikleri neşter gibi keser...
Yaşasın Sınıfsız bir toplum hayali ile yaşayan tüm Devrimci yürekler,kahrolsun kapitalizmin salyasından beslenen sürüngenler...
Tek yol Devrim gerisi faşizme gider !


15 Ekim 2013 Salı

İki Melek

Herşey sıradanlaşır bazen,iş güç derken kalbin sadece kan pompalan bir organ haline gelir..
Ta ki dünyalara bedel bir haber alana kadar,işte o an senin sahte tebessümlerinin yerini gerçek gülümsemeler hatta kahkahalar alır...
ve gün gelir o haberin sonucu İki Melek dünyaya gelir,dünya biraz daha güzelleşir,ve biraz daha iyi oluverir...
Önce uzaktan bakar,sevmeye kıyamazsın,ama onları görmen,seslerini duyman,masum bakışları sana güç,mutluluk ve sevgi verir hayat verir,işte o İki Melek yani benim İkiz Yeğenlerim,bilmiyorum baba olsam bu kadar sevinir miydim? hayat bu bazen üzer,bazen sevindirir,ama bu sefer sevinçten sarhoş ettiği kesin...




11 ekim 2013 bu tarih benim 2.doğum günüm ve siz yıllar sonra bu yazımı okuyucaksınız belki,bu yazıyı yazmamın amacı;sizi ne kadar çok sevdiğimi ve garip gelebilir ama şimdiden çok ama çok özlediğimi bilmenizi istedim...Dayısının Melekleri



6 Ekim 2013 Pazar

Taksim'in Kalabalık Yalnızlığı

Kimi zaman bir çakırkeyf edası,kimi zaman zil zurna şarhoş bir muhabbetin hancısı...
Binbir türlü yolcun var,her birinin ayrı hikayesi;yıllardır bıkmadan dinlersin,belki de yol gösterirsin.

İyi kötü,zengin fakir ayırt etmez hepsine kapını açarsın,sen İstanbulun nefesi,insanların dert ortağısın, ama gel gör ki; o kadar kalabalığın altında bir tek sen yalnızsın...

6 Eylül 2013 Cuma

Karakterin Renkleri


Siyah;kimi zaman ürkütücü bir karanlık,kimi zaman saklanmak için güvenli bir sığınak,
belki karamsar günlerimin teması,belki de içimdeki sonsuzluğun aynası...
Beyaz;Yarimin tenindeki özgürlüğün inciten tiz sesi...
Kırmızı;Bazen ölüm,bazen tutku,bilirim ki o aşkımın illegal suçlusu ...
Mavi;Denizin ve gökyüzünün sevdası,umutlarımın yeni heyecanlı başlangıçları...
Yeşil;Yemyeşil bir orman,çoğu zaman gözlerin ?
Kahverengi;ruhumu dinleyişim ve her seferinde sesini dışa vuruşum...
Sarı;bir renk sadece...belki bir gün birşey ifade eder...



31 Ağustos 2013 Cumartesi

Mutluluk

     Hepimizin geçmişinde soluk bir iz bırakan biri vardır elbet...
Kimbilir nerde? nasıl? kiminle? o da beni düşünüyor mu? dediğimiz...Onunla uzaktan yakından ilgisi olmayan şeyler bile bize onu hatırlatmaz mı? evet diyorsak;biz yıkılan ve ayağa kalkmaya çalışan tarafız.''Ben ayrıldım o kadar da vazgeçilmez değilmiş'' diyenler aşık olmadan aşık olduklarını sanmış ve aldanmıştır,bu hoşlantı belki de nefsin bir oyunu olabilir ama aşk olması imkansızdır...

    Uzun lafın kısası,ayağa kalkıp geçmişi mazide bırakmak lazım,yaşadığın aşkın yasını fazla uzatmadan gönül kapını açmalısın,yoksa hakettiğin mutluluk seni bulmaz,bulsa bile seni tanımaz...silkelen ve tanıt kendini ve şunu söyle ''seni tanıdığıma memnun oldum mutluluk,hoşgeldin hayatıma...


16 Mayıs 2013 Perşembe

Emperyalist Ülkelerin Sömürü Dünyası CFR '' Yaşam ''

CFR : Council on Foreign Relations-Dış İlişkiler Konseyi...
Bu oluşum 1.Dünya Savaşı'nın hemen ardından 30 mayıs 1919 yılında Pariste bir otel'de gizli toplantı ile başladı.Onlara göre dünyaya bir yön verme zamanı gelmişti,ve bunun için harekete geçilmeli ve geleceğe sahip olmalıydılar...Toplantı sonucu Uluslararası İlişkiler Enstitüsü kurulması kararı alındı...
    Kuruluşun başını John Jakop Astor çekiyordu.2.Toplantı sonucu Think-Tanklerin kurulmasına karar verildi ve oluşum güçlenmeye başladı ve belli bölgelerde yayılmaları için farklı kanallar kurulmuş oldu.Bunlar; ABD merkezli CFR,Londra merkezli Uluslararası İlişikiler Enstitüsü,Ayrıca Uzak Doğu ve Almanya için de bir oluşuma girildi...Bu oluşumların başında Lord Alfred Miller'di.Artık Emperyalist Ülkelerin Sömürü Dünyası ''Yaşam'' dönemi başlamış oldu...
CFR resmiyette 21 Temmuz 1921 de New York'ta kurulurmuştur...

Kurucular Walter Lipmann & J.P Morgan'dır.CFR'nin ilk başkanı da senatör Rudy Boshwitz'dir.CFR nin merkezi New York'ta tarihi bir binadadır.Mali destekleri ise Carneige Vakfı,Rockefeller Ailesi ve Wall Street Bankerleridir.
Bu örgüt tüm dünyanın geleceğini kendi kontrolleri altına almak amacıyla o dönemin zengin elit denilen kişiler tarafından oluşan bir organizasyon gibidir adeta,ve bu örgüte üye olmayan kişilerin önemli mevkilere gelmesine izin verilmediği,II.Dünya Savaşı'nda Japonya'ya Atom Bombasının atılmasına da bu örgütün öncülük ettiği bilinmektedir,ve söyle bir gerçek vardırki; Amerika'nın dış politakasını bu örgüt yön vermekte olup,bu örgütün üyesi olan eski dışişleri başkanı Henry Kissinger'dir.
     Ve gelelim kısaca yapılan icraatlara;
Bur örgüt Yahudi kökenli zengin elit gruplardan oluşmuş ve daha sonrasında aralarına zengin iş adamları,siyasetçiler,sanatçılar,yazarlar,şarkıcılar,CIA ve bir çok banka bu örgüte hizmet etmekteydi..Ve tamamen ABD'nin ardında Derin bir Dünya Devleti kurulmuş durumdadır.Onlar ABD 'yi ABD ise dünyanın bir çok ülkesini yönetmeye başlamış ve dünyanın çoğu ülkesine sızmış duruma gelmişti,İnsanların olan biteni görmesini engellemek için etki gücü yüksek kişileri,basın yayın organlarını çok iyi kullanıyorlardı,insanların ilgisini nereye isterlerse oraya çekip,olup bitenleri görmelerini engelliyorlardı,Ismarlama Sinema filmleri şu ana kadar gelen sanal gündem durumları bunlara örnektir.ABD'nin kukla devletleri bilinir,bir çok ülke bunlara dahildir,ülkemiz Türkiye de malesef bu ülkeler arasında yerini çoktan almıştır,fakat en büyük Kukla devleti ABD'nin ta kendisidir.

    Peki ülkeleri nasıl kendilerine bağımlı hale getiriyor bu güçler? zaman Savaş çağı değil Ekonomik savaş dönemidir.Hedefindeki ülkeyi kendine borçlandırmak 1.kural,(IMF)ondan alacağın borca ihtiyacın yok çünkü inanılmaz bir finansal gücün var,bu yüzden bu ülkeyi karmaşa içine sokmak için gizli bir kaos üretmen gerekiyor,bunuda Ekonomik Suikastçiler tarafından yaparsın,Nasıl mı? Önce hedefindeki ülkeye ticaret yapmak için gider yerleşirsin,ordaki kurumları satın alırsın ama ülkedeki insanlar o kurumun %49 hissesine sahip oldugunu bilirler,ama sen bun hissenin tamamına sahipsindir.Bunun amacı;halkın seni yabancı diye bertaraf etmesinin önüne geçmektir,ve tabi bu ülkenin ekonomisi gibi siyasi,etnik,kültürel çatışmalar yaratarak bu ülkeyi karıştırmak ise bunun tuzu biberdir...

Dip not;Yakın zamanda Abdullah Gül de CFR ile görüşme yapmıştır.Cumhurbaşkanın bu örgüte gitmesi ve çankaya köşküne kabul etmesi,hiç te şaşırtıcı değildir böyle bir zamanda.









Tayyip Erdoğan...AKP kuruluşundaki gerçek ;
Başbakan olarak Türkiye'nin başına o gelecek,
çünkü onlar öyle istemişti...









Bir çoğumuz bilmiyoruz belki ama ''Ülkeleri Başbakanlar,Başbakanları Derin Güç'ler yönetir''...

10 Mayıs 2013 Cuma

Emperyalist Ülkelerin Sömürü Dünyası Templiyerler ''Doğum''

     Sen ülkeni bildiğin hükümetin yönettiğini sanırsın,bu senin tabiatının kanunu,inanırsın,inanmak istersin... Doğarsın,büyürsün,okursun,eğitilirsin,kendini geliştirir araştırırsın,sosyalleşirsin 3-5 yılda bir sandığa gider senin görüşünü savunduğunu düşündüğün partiye oy verirsin...Peki hiç düşündün mü? bu oy verdiğin parti;Sadece bir aşçının pişirdiği bir kaç çeşit içinde sana sunulan bir yemek sofrası olduğunu ?Biri tuzlu,diğeri acılı,yanında tatlılar salatayı unutmamak lazım,tabiki içecekler okadar yemeği hazmetmen için...Peki amaç ne ? seni doyurmak..
     Yani ülkendeki tüm partiler aynı aşçı tarafından hazırlanan türlü türlü yemek çeşitleri olmakla beraber amaçları senin fikirlerini doyurmak ve bu şekilde hayatını hazmetmene olanak sağlamak...










  Bu bir komplo teorisi mi? belki,bu çok önceden başlayan bir yapılanma,bilinen en eski tarih kayıtları bizi Tapınak Şovalyelerine götürür,diğer adıyla Templiyerler,kim bunlar kısaca görelerim;

XII'nci yüzyılın başlarında gerçekleştiği ve de resmiyette 1129 yılında Katolik Kilisesi tarafından kurulduğu biliniyor...
ilk önceleri kendilerine İsa'nın yoksul şovalyeleri diyorlardı.Disiplinli,namuslu,maddi şeylere değer vermeyen,Yarı Rahip yarı asker inançlı kişilerdi..
Bilinen görevleri kutsal topraklara gelen Hacı'ları  ve Ticaret Kervanlarını korumaktı.9 yıla yakın 9 kişi olarak kaldılar,sadece Papa'nın şahsına ve St.Agustine Tarikatı'nın dinsel kurallarına bağlıydılar.Lojistik desteklerini Kudüs'teki Kutsal Mezar Kilisesi'nden sağlıyorlardı.Ve Süleyman Mabedi üzerindeki Kudüs Sarayı'nın bir bölümü de onlara tesis edilmişti.Burada görünen bir koruma görevi üstlendikleri yönünde,peki görünmeyen görevleri nelerdi?
-Süleyman Mabedi'ni yeniden inşa etmek
-Hz Musa zamanından kalan kutsal belgeleri bulmak
-Hz İsa'nın hayatındaki bilinmeyen kesitlerine dair bilgi belge toplamak.
       Buraya kadar herşey normal,birde gelişim dönemlerine göz atalım;Templiyerler zamanla etkin bir güç haline gelmiştir ki onlara katılmak isteyen soylular onlara mal varlıklarını bağışlıyor ve bir tür Bankacılık faliyeti yürütüyorlardı.Avrupanın önde gelen bir çok Kraliyet ailesi onlara değerli mücevherlerini emanetlerini teslim edip koruma altına almaya başlar ve bu değerli varlıkların başka bir yerleşim yerine transferi de yine Templiyerler tarafından organize edilmeye başlamış bulunur...
  Templiyerler o kadar yayılmıştı ki örneğin;bir kişi seyahat edince yolculukta değerli mücevherlerini ve paralarını Templiyerlere teslim ediyor karşılığında Templiyerler tarafından kendisine Templiyerlere ait olan mühürlü çekle gideceği ülkeden verdiği paranın karşılığını alabiliyordu.Templiyerler bu yolla başlayıp kısa zamanda inanılmaz bir zenginliğe ulaşıp,Krallıklara borç verecek duruma kadar varlıklı bir hal almış ve artık Tüm Avrupanın ve Orta Doğunun Para ve Değerli Mal sevkiyatları onlardan sorulur olmuştu.Bunun yanı sıra bulundukları ülkede kazandıkları karşısında tüm vergilerden muaflardı...
Sonunda Templiyerler girdiği savaşlar ve çıkarlarına ters düşen Krallar tarafından git gide zayıflatılmış ve idamlarına kadar bu süreç devam etmiştir.Onların başlattığı bu ekonomik faaliyet günümüze kadar ulaşmış ve Emperyalist ülkelerin Sömürü Dünyası çıkagelmiştir...

Devam edecek...


8 Mayıs 2013 Çarşamba

Karl Marx Emeğin Değer Kazanması

Karl Marx
 Karl Heinrich Marx (5 Mayıs 1818 Trier - 14 Mart 1883 Londra) 19. yüzyılda yaşamış filozof, politik ekonomist ve devrimci. Komünizmin kuramsal kurucusudur. Birçok politik ve sosyal konuda fikri olmakla beraber, en çok Komünist Manifesto'nun (1848) giriş cümlesinde özetlediği tarih analiziyle tanınır: "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir." Marx, bütün sınıflı toplumlarda olduğu gibi kapitalizmin de kendini yok etmeye yol açacak içsel dinamikler barındırdığına inanırdı; onun düşüncesine göre, nasıl ki kapitalizm eskimiş feodalizmin yerini aldıysa, sınıfsız bir toplum olan komünizm de "devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olmadığı" siyasal geçiş sürecinden sonra onun yerini alacaktır.
Marx, sosyoekonomik değişimlere belirli bir tarihsel zorunluluk perspektifinden bakardı; ona göre kapitalizm, yapısal durumunun dinamiği ve çatışması sonucu yerini komünizme kesin olarak bırakacaktır:

« Modern sanayinin gelişmesi, burjuvazinin ayaklarının altından bizzat ürünleri ona dayanarak ürettiği ve mülk edindiği temeli çeker alır. Şu halde, burjuvazinin ürettiği, her şeyden önce, kendi mezar kazıcılarıdır. Kendisinin devrilmesi ve proletaryanın zaferi aynı ölçüde kaçınılmazdır. »


1843 Ekim ayının son günlerinde Marx Paris'e gider. 28 Ağustos 1844 tarihinde Paris'in ünlü bir kafesinde (Café de la Régence'te) Friedrich Engels ile tanışır ve hayatının en önemli dostluklarından biri böylece başlamış olur !!!

Engels'in Paris'e gelmesinin en önemli sebebi Marx'la tanışmaktır, daha önce bir sefer 1842 yılında Marx'ın çıkardığı Rheinische Zeitung gazetesinin ofisinde karşılaşmışlardır.Engels Marx'a en önemli eserlerinden birini gösterir "1844 Yılında İngiltere'de İşçi Sınıfının Koşulları." Paris o dönemde İngiliz, Alman ve İtalyan devrimcilere ev sahipliği yapıyordu, aynı şekilde Marx da Arnold Ruge ile çalışmak için Paris'e gelmişti, ikili Şubat 1844'te bir defalığına Deutsch–Französische Jahrbücher gazetesini çıkarabildiler.
Bu gazetenin başarısızlığından sonra Marx, Paris'teki en radikal Alman gazetesi Vorwärts'ta yazar. Bu gazete Avrupa'daki en önemli radikal gazetelerdendir. Marx genellikle Hegel üzerine yazar, Yahudi Sorunu Üzerine isimli makalesi için çalışır. Fransız Devrimi ve Proudhon'u inceler, işçi sınıfı üzerinde düşünmeye başlar.
1847 yılında yazdığı Felsefenin Sefaleti, Pierre-Joseph Proudhon ve Fransız sosyalist düşüncesine bir eleştiri ve cevap niteliği taşır. 21 Şubat 1848 tarihinde, Komünist Birlik ve Avrupa'daki bazı komünist grupların manifestosu olarak Marx ve Engels'in en ünlü çalışması Komünist Manifesto yayımlanır!
1848 yılı Avrupa'da köklü devrimlerin başgösterdiği bir yıldır. Marx yakalanır ve Belçika'dan sınır dışı edilir. Radikal hareketlerin Fransa'da güçlenmesiyle Marx tekrar Paris'e davet edilir, geri dönerek devrimci hareketlere tanıklık eder.

1849 yılında tekrar Almanya'ya (Köln'e) geri döner ve Neue Rheinische Zeitung gazetesini çıkarmaya başlar. Bulunduğu sürede iki defa mahkemeye verilir, ikisinden de beraat eder. Gazeteye baskının artması sonucu Paris'e döner, buradan da yollanır ve en sonunda Londra'ya iltica eder.
    Mayıs 1849'da ömrünün sonuna kadar kalacağı Londra'ya yerleşir. 1851'de New York Herald Tribune gazetesinde muhabir olarak çalışır. 1855'te oğlu Edgar veremden ölür. Parasızlıktan ve kötü yaşam koşullarından dolayı politik ekonomi üstündeki çalışması çok ağır ilerlemesine rağmen 1857'de sermaye, özel mülkiyet, ücretli emek ve devlet üstünde yazdığı 800 sayfalık çalışma vardır. 1858'de çalışmalarını topladığı Grundrisse ancak 1939 yılında yayımlanır. Politik iktisat alanındaki ilk kapsamlı çalışması 1859 yılında yayımlanan Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı kitabıdır. Adam Smith ve David Ricardo'nun teorilerini tartıştığı Artı-Değer Teorileri 1862-63 arasında yazdığı el yazmalarından oluşmaktadır. Bu kitap, ölümünden sonra yayımlanmıştır. Bu iki çalışma da Kapital'in taslaklarını ve çeşitli bölümlerini içerir. 1867'de dev çalışması, kapitalist üretim sürecini analiz ettiği Kapital'in ilk cildi yayımlanır. İkinci ve üçüncü cildi üstünde çalışmalarını sürdürür ancak bu ciltler ölümünden sonra Engels tarafından yayımlanabilecektir.

Aralık 1881'de karısı Jenny'nin ölümünden hemen sonra Marx'ın da sağlığı bozuldu, son on beş ayını katar hastalığıyla geçirdi. Bu hastalık bronşit ve plöreziye yol açmış, Karl Marx 14 Mart 1883 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Öldüğünde uyruksuzdu. Londra'daki mezartaşının üst bölümünde "Komünist Manifesto"'nun son cümlesi büyük harflerle yazılıdır:

                                     Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!

Kaynak  ; wikipedia